Kemal SÜNDER’i yazmaya karar vermem bir rastlantı sonucu ortaya çıktı; Kırkambar yüklerinin markalanması konusunu araştırıyordum ve kitaplığımda Rahmetli uzakyol Kaptanı ve Avukat Gündüz AYBAY’ın “Gemilerde Yük İşleri ve İşlemleri” adlı kitabını elime aldım. İlk sayfasını açtığımda daha önceden dikkatimi çekmemiş olan bir not ve imza gördüm, aynen şöyle yazıyordu “Değerli meslekdaşım Kemal SÜNDER’e saygılarımla, imza” .
SÜNDER soyadı hemen benim dikkatimi çekti, bir yerlerden bu soyadına aşina idim. Kısa bir süre düşündükten sonra aklıma geldi. Evet, bizim ailemizde yıllardır ismi bilinen sevgili yeğenim, piyanist ve konservatuvar öğretim görevlisi Eren AYDOĞAN’ın çok küçük yaşlarından beri piyano hocalığını yapan, İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’ndan piyano hocası Profesör Ova SÜNDER’di hatırladığım. Rahmetli Kemal SÜNDER de Ova Hanım’ın sevgili hayat arkadaşı idi. Ova Hanım aynı zamanda çok genç yaşta talihsiz bir kazada yaşamını yitiren yetenekli müzisyen Uzay HEPARI’nın da öz halasıdır.
Hemen Ova Hanım’la görüştük ve 10.07. 2017 tarihi akşamında Levent teki evinde buluştuk. Ses kayıt cihazımı açarak bir deniz emekçisi de olan Kemal SÜNDER’i konuşmaya başladık. Ama bu buluşma öncesinde, hakkında üç akademik tez bulunan Kemal SÜNDER’i çeşitli kaynaklardan okudum, araştırdım. Bir ömre bu kadar başarı nasıl sığdırılabilir, açıkçası çok şaşırdım ve hayran kaldım.
Ova Hanım’ın evine girdiğinizde, her taraf Kemal SÜNDER anısı, fotoğrafları, kitapları ve notaları ile doludur. El ile yazdığı notalarını görseniz şaşırırsınız. El yazısı olduğuna ihtimal veremezsiniz. O kadar özenli ve güzel ki adeta matbaa baskısı gibi.
Yaşamında çok ağır basan müzik yanını sonradan konuşmak üzere önce ticaret gemilerindeki yıllarından söz etmek istiyorum;
1975 yılında askeriyeden emekli olduktan sonra, 1977 yılında uzakyol kaptanlığına başlar. 1980 yılına kadar bu kaptanlık işi devam eder. Bu süre içinde dokuz sefere çıkar. Kaptanlık işi, ekonomik nedenlerle başvurduğu bir yoldur ve bu döneminde pek beste yapmamıştır. Bu süreçte; çeşitli ülkelerde bulunmuş, uzun zaman evinden uzak kalmıştır. Seferlerini daktiloda yazan Kemal SÜNDER’in bazı seferleri ile ilgili notlarında şöyle notlar var:
“Yük: Kereste, tehlikeli, havaleli yük… Güverte üzerinde de taşınmak zorunda olduğu için dalgalardan ıslandığında ağırlık merkezi bozulup gemiyi yan yatırabiliyor.
İlk safha: Novorossisky’den kalktıktan sonra Karadeniz‟de pupadan aldığımız Yıldız Poyraz fırtınası sırasında, radar direği dipten kopup köprü üstüne, bir buzdolabı boyutundaki telsiz cihazı ise saportlarından kesilip telsiz kamarası ortasına yıkıldı. Makine personeli dâhil tüm personel can yeleklerini takıp köprü üstüne yanıma geldiler. Ellerim dümende, ayaklarım dizlerimden aşağıya zangır zangır titrer şekilde, gemicilerin şükür ve hayır duaları arasında nihayet fırtına ve yağmuru arkamızda bırakıp Boğazdan girerek salimen Büyükdere’ye demirledim. Ne radar, ne telsiz, ne de görüşü bulunan bir seyri, tamamen insiyaklarımla yapmaya Yüce Yaradan müsaade etti.
Yük: Rulo sac, tehlikeli yük… 10/15 tonluk devasa sac ruloları ambardaki deniz bağlarını koparıp üst üste yığılıp gemiyi yan yatırıp tumba ettirebiliyor.
Son safha: Taranto’dan yükü alıp akşama doğru kalkıyoruz. Rulo sac yüklüyüz. Gece yarısına doğru Adriyatik Denizi’nden gelen büyük bir kuzey fırtınası ile karşılaşılıyor. Şiddetli yağmur ve ürkütücü dalgalar arasında Korfu Adası’na doğru iniyoruz. Yorgunluktan bitabım. II. Kaptana gerekli direktifleri verip, çok kısa bir süre dinlenme amacıyla kamarama iniyorum. Dalmışım. Tanrının büyük lütfüyle olacak, aniden uyanıp köprü üstüne fırlıyorum. Radarda yağmur bulutları ve küçük adacıklar birbirine karışmış ve II. Kaptan farkında olmadan bulut diye bir adacık üzerine gidiyor. Çarpıp baştankara etmemize ramak kala, geminin pruvasını sancağa alıp beni, bizi ve gemiyi çok şükür son anda kurtarabiliyorum. II. Kaptan mosmor olmuş, radarın dibine çöküyor ama hamdolsun selamete erişiyoruz. Eee, içgüdü falan filan, sonunda gemisini kurtaran Kaptan…
Son kez Korint Kanalı’ndan geçip Pire Körfezi’ne, derken Ege’ye çıkıyoruz. Ancak fırtına İstanbul’a kadar peşimizi bırakmıyor…
Artık bu benim son seferim oluyor. Enfarktüsle olan gecikmiş randevu evde Aralık ayında beni buluyor. Sedye içinde ambülânsla götürüldüğüm Haydar Paşa Göğüs Cerrahisi Kardiyoloji Yoğun Bakım Ünitesinde zorunlu olarak misafir ediliyorum. Teşhis; Miyokard Enfarktüs krizi. Yatıp çıkıyorum ama artık benim için
Kaptanlığın sonu…”
İşinde son derece ciddi ve sorumluluk sahibi olan Kemal Sünder Kaptan, bir defasında Yahudi bir işadamının mermerlerini gemi ile taşımıştır. Her seferinde yükü hasar gören iş adamı, bu defasında hiç ürün hasarı ile karşılaşmaz. Kemal Kaptan’a gider ve “ben hiç hasarsız gelen yük görmedim. Bu bir ilktir. Eğer benim mallarımı artık sen taşıyacaksan, ücreti sen belirle, ben ödemeyi tartışmasız yapacağım” der.
İmzalı kitabndan anladığımız kadarı ile Gündüz AYBAY ile de bu esnada tanışmıştır. Yaptığı işi “mükemmel yapma” kaygısında olan Kemal Bey, bu kitap üzerine kendi el yazısı ile çeşitli notlar almıştır.
1982-1984 yılları arasında ise bir petrol taşıma şirketinde genel müdür yardımcılığı yapmıştır. Fakat ticaretin kurallarına, verilmesi zorunlu olan kişilik ödünlerine uyum sağlayamamış ve yeniden müziği seçmiştir.
Öğretmen ve besteci Kemal SÜNDER:
Kemal Bey ve Ova Hanım radyoevindeki bir piyano konseri provasında tanışırlar. Cemal Reşit REY’ in bulunduğu ortamda, Ravel’in piyano konçertosunu çalan ünlü Fransız piyanist Samson FRANCOIS, Cemal Reşit REY’in de bulunduğu o anda prova yapmaktadır. Cemal Reşit REY’in talebi üzerine, sonradan orkestraya uyarladığı Sünder’in “Prelud Marşı Op.1” konserin ilk parçasıdır.
Ova hanımın, bir hafta önce Flarmoni Derneği’nde vermiş olduğu piyano dinletisinde gördüğü o delikanlı, radyoevinde nota dağıtmaktadır. Sorduğunda, o delikanlının bir kompozitör olduğu ve onun çalınan yapıtının notalarını dağıttığını öğrenir. Kemal Bey ile orada tanışırlar, 1961 yılında evlenirler ve 1964 yılında kızları Piyanist ve öğretim görevlisi Rüya Hanım dünyaya gözlerini açar.
Malta’da yaşadıkları bir anısını Ova Hanım şu şekilde anlatmaktadır;
“Malta da ben bir piyano resitali verdim. O resitaldeki parçalardan sonuncusu Kemal SÜNDER’in Piyano Süiti’ idi. Bu dinletiyi yüksek rütbeli Nato subayları localarından izlediler ve bundan çok etkilendiler. Bu durum Nato Savunma Koleji’nin komutanı olan İngiliz generalin dikkatini çekmiş ki, bize özel bir loca tayin ettiler. Ben Kemal Bey’in bestesini çaldıktan sonra izleyicilerimiz olan Nato general ve diğer komuta kademesi bizim onurumuza bir davet verdiler. Kemal Bey’in asker olmasına rağmen bu kadar iyi beste yapmış olması, son derece ilgi ve takdir uyandırmıştı. O davette de Türk olarak sadece bizler bulunmuştuk. Adımıza düzenlenen bu davet o dönemde çok ciddi bir ayrıcalıktı”. Bu gelişmeler üzerine Hemen Malta Senfoni Orkestrası’ndan Kemal SÜNDER’e bir beste siparişi yapılır. Bu beste “Op.9 Piyano Süiti”dir.
Davetten bir süre sonra Malta’da art arda konser teklifleri gelmektedir. Ama ne yazık ki Kemal SÜNDER’in bir başka görev için tayini çıkmıştır.
Bir deniz emekçisi olarak, 1956-1975 yıllarında bahriyeli subay olarak askeriyede görev yapmış olan Sünder, iki Kıbrıs harekâtında da görev almış bir komutandır. 1975 yılında kendi isteği ile Kıdemli Binbaşı rütbesinden emekli olur.
1978’de SACEM’e (Societe des Auteurs, compositeurs et editeurs de musique) üye seçilir.
1987 yılında Istanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Armoni dersleri vermeye başlar.
Evin İLYASOĞLU, Kemal SÜNDER’i şöyle değerlendirir; Kemal SÜNDER, folklorik ya da makamsal özelliklerinden uzak, çalgıların ses rengine önem veren, evrensel bir anlatım geliştirmiştir. Bu değerlendirmeyi Kemal SÜNDER çok beğenir ve Evin İLYASOĞLU’na da bunu bizzat ifade eder.
Kemal SÜNDER bir değerlendirmesinde müzik hakkında şu yorumu yapmıştır; “Yeni devletin kuruluşunda, başkenti donatan binalar köylü çadırlarından esinli değildir. Ne de giyim kuşamda Anadolu giysileri ölçüt alınmamıştır. Peki neden müzikte ille de bilinen köy temaları öngörülmüştür? Neden horonsuz, uzun havasız çağdaş Türk müziği düşünülemez?”
Acaba sanatın her dalında sistemli olarak yaşatılmaya çalışılan bu garabet günleri mi yıllar öncesinden bize işaret ediyor? Bu günlerde yapılan etkinliklerde caz müzisyenlerinin dönüp dolaşıp istemeden de olsa yurdum insanının baskısı ile “Ankara’nın bağları”nı çalmak zorunda kalışları acaba bundan mıdır? Çoksesliklik ve çağdaş sanat anlayışı üzerinde ısrarla duruyor olması bu garabet günlerin gelişine dair kaygıdanmıydı acaba? Konserlerinde dinleyicilerine “eller havaya” diyen “nota bilmez –garabet şarkıcılar” acaba bu halkı sanat yanıyla olarak da teslim almanın, köreltmenin ve gerçek sanatçıları altetmenin keyfini mi sürüyorlar?
Heybeliada’da askeri lise ikinci sınıfı öğrencisi iken geçirdiği zatürree rahatsızlığı yüzünden, bir müddet eğitimine ara vermek zorunda kalmıştır. Müzik aşkı, onu bir Hohner mızıka almaya yönlendirir. Bedeli 10 liradır. Notaları ise Beyer metodundan kendi gayreti ile öğrenir. Kemal SÜNDER o dönem için şunları söylemiştir ;
“1950’li yıllarda bir hastalık geçirdim. Deniz Harp Okulu’nda öğrencilik yıllarımda bir hastalık nedeniyle derslere devam edemedim. Gidip kendime 10 liraya bir Hohner mızıka aldım. Beyer metodundan notaları öğrendim. Kendimi önlenemez bir etkinin içinde buldum. Annemin güzel sesi ve iyi bir hafızası vardı. Yörük, Türkmen ve İstanbul türkü ve şarkılarını ud eşliğinde söylerdi. Müzik için annem çok ısrar etti, sonunda piyano sahibi oldum. Cardella’dan satın aldık.”
Ama bunun öncesi de vardır, Ova Sünder anlatıyor;
“Müzik onun için vazgeçilmez bir tutku ve yaşam biçimidir. Henüz piyanosu yokken, okuldaki rahatsızlığı döneminde büyük bir karton üzerine piyano klavyesini çizer. Beyer metodunu bu karton klavye üzerinde uygulamaya başlar. Bir müddet bu şekilde çalıştıktan sonra Sultanahmet’te bulunan Amerikan Dil Kursu’nda gördüğü piyanoda pratik yapmak için izin ister yetkililerden. “Acaba çalabilecek miyim” kaygısı ile oturduğu piyanonun başında başarı ile çalabildiğini görür.
Çalışmaları ona, Cemal Reşit REY’in son öğrencileri arasına girme şansı yaratıyor. Savarona yatı ile 1954’te Pakistan seferini yaparken “Capriccio” adlı eserini yazmıştır. Bu eser ile Cemal Reşit REY’ in ilgisini çeker. 1956-1960 yılları arasında Cemal Reşit Rey’den armoni ve kontrpuan dersleri alır. Hafta içi okuldadır. Cumartesi günleri ise hocası ile buluşup müzik dersleri yaparlarmış. Kendisi; bildiklerini cesurca savunan, itirazlarını içinde hapsetmeyen bir kişiliğe sahiptir. Bu yüzden dersin ilk beş dakikası Cemal Reşit REY ile yapılan münakaşalar ile geçer. Bir gün Cemal Reşit Rey, Kemal Bey’e “bu akşam radyo programımı dinle mutlaka” der. O akşam Cemal Reşit REY, Kemal Sünder’in piyano için yazdığı eserini, kendisi piyanoda çalarak radyoda dinletir. Bu eser plak olarakta kaydedilir ve arşivlenir. Bu yapıt sonradan Cemal Reşit REY’in de isteği ile “Prelüd Marş Op.1” adıyla orkestra yapıtına dönüşür.
Sünder’in, dört senfoni ve dört konçertosu başta olmak üzere kırka yakın bestesi bulunmaktadır. Çocuklar için yapıtları ise ayrı bir inceleme konusudur sanırım..
Müziğe ilgisini ise yüksek lisans tezinde Murat ERDİL şu şekilde tespit etmiştir;
“Çocukluk yıllarında annesi Nimet Hanım’ın ud çalması nedeniyle müziğe ilgi duyan Sünder’in, gerçek anlamda müzikle tanışması ortaokulda gerçekleşir. Ortaokul 2. sınıfta Nikolai Rimsky Korsakov’un hayat hikâyesinin anlatıldığı 1947 yapımı Walter Reisch imzalı “ Song of Scheherazade “ adlı filmi izlemeye gider. Filmin hikâyesinden ve müziklerinden o kadar etkilenir ki, aynı filmi defalarca izler. Filmden sonra Batı müziğine çok büyük bir ilgi duyan ve radyodan benzer örnekleri dinleyerek bilinçli bir dinleyici olma yolunda gayret gösteren Sünder‟in müzik hayatına yönelişi bu şekilde başlamış olur.”
Kemal SÜNDER, Kemal TAHİR’in aynı adlı romanı Yorgun Savaşçı dizi filminin müziklerini de besteler. Çeşitli ödüller alır. 1985 yılında Enka tarafından düzenlenen “Bilim ve Sanat Ödülleri” yarışmasında “Yaşam Güzel” adlı yapıtı ile ikincilik ödülü alır. Sıra dışı-yaratıcı-tutkulu-idealist her insanın başına gelen Kemal Bey’in de başına gelmiştir. Tam anlaşılamadan, hak ettiği değer verilmeden bu dünyanın tüm nimetlerini elinin tersi ile itmiş ve 2 Mart 2004 tarihinde aramızdan ayrılmaya karar vermiştir.
Gelecek sayıda eğer randevumuzu gerçekleştirebilirsek bir başka önemli deniz emekçisini Uzakyol Kaptanı Ferik BİREN’i dergimize yazacağım. Ferik Kaptan’a kendisi hakkında makale yazmayı planladığımı söylerken bana; “Ahmet‘çiğim sen yanlış iş yapıyorsun. Biz toplum olarak ölü seviciyiz. Yaşarken kimseye değer verilmez. Öldüğünde tanıyanlar coşa gelir , sevgi ve hayranlıklarını nasıl ifade edeceklerini şaşırırlar” diye yorum yaptı. Haklı mıydı ne?
Korkarım tüm değerleri hızla aşınan toplumumuzda Kemal Bey unutulacak, tüm birikimleri tarihin tozlu raflarında kalacak. Umarım böyle olmaz. Onca eseri bulunan Kemal SÜNDER’in eserlerinin denizcilik camiası ve belki de Deniz Kuvvetleri işbirliği ile kalıcılaştırılması kötü mü olur?
Ova Hanım ile sohbet sonrası evinden ayrılırken yolda aklıma Ruhi SU’nun bir türküsünden şu dörtlük geldi
“Ecel gelir haktan ferman
Can çekilir kalmaz Derman,
Ekin idim oldum harman
Savursunlar yele beni”
Işıklar ve nurlar içinde yatsın.